Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Erken Uyarı-Cevap ve Saha Epidemiyolojisi Daire Başkanlığı tarafından yönetilen Saha Epidemiyolojisi Eğitim Programı’na Saha Epidemiyologuolarak eğitilmek üzere 2014 yılında yeni kursiyerler alınacaktır. Katılmak isteyenler için başvurular başlamıştır. Başvuru için son tarih 6 Ocak 2014’dür. Program hakkında bilgi almak ve başvuru şartları için tıklayınız
21 Aralık 2013 Cumartesi
Lojman Duyurusu 2013 Aralık
Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı tarafından yayınlanan "Taşra Teşkilatı Konut Tahsisi” konulu 2012 / 35 sayılı Genelge ve 2946 sayılı “Kamu Konutları Yönetmeliği” hükümleri doğrultusunda İl Sağlık Müdürlüğü' ne bağlı lojmanlar için tahsis işlemleri yapılacaktır.
Müdürlüğümüz ve bağlı kuruluşlarında görevli (Toplum Sağlığı Merkezleri, AÇSAP Merkezleri, Verem Savaş Dispanseri,Halk Sağlığı Laboratuvarları, Aile Hekimleri ve Aile Sağlığı Elemanları) tüm personelimiz başvuruda bulunabilecektir.
Başvurular 17/12/2013 - 06/01/2014 tarihleri arasında İl Sağlık Müdürlüğü İdari İşler Şubesi İdari İşler Birimine yapılacak olup, başvuruda istenen evraklar aşağıdadır.
İl Sağlık Müdürlüğü Duyurusu için tıklayınız
Lojman Başvuru Dilekçesi için tıklayınız
Lojman Tahsis Beyannamesi (Kurum Amiri Onaylı) için tıklayınız
Mal Bildirim Formu (İmzalı) için tıklayınız
Eşi ve varsa birlikte oturacağı kişilerin maaş bordro dökümleri
Personelin ve birlikte oturacağı aile fertlerinin nüfus cüzdan suretleri veya vukuatlı nüfus cüzdanı örneği (Kurum Onaylı)
Aile Yardımı Bildirim Formu için tıklayınız
Lojman Listesi için tıklayınız
EK-4 için tıklayınız
Etiketler:
Aile Hekimi,
aile sağlığı elemanı,
alie hekimleri,
beylikdüzü,
beylikdüzü toplum sağlığı merkezi,
beylikdüzü tsm,
lojman,
lojman duyurusu,
sağlık bkanlığı
Aile Hekimliği 32. ve 33. Ek Tercih ve Yerleştirme İşlemleri
Aile Hekimliği 32.(Kamu Görevlisi Olmayan) ve 33. (Yer Değişikliği-İl İçi Kamu) Ek Tercih ve Yerleştirme İşlemleri için Kesin Yer - Zaman İlan Edilmiştir. Süreci takip etmek içintıklayınız.
9 Aralık 2013 Pazartesi
Aile Hekimliği 32. ve 33. Ek Tercih ve Yerleştirme İşlemleri
Aile Hekimliği 32. (Kamu Görevlisi Olmayan) ve 33. (Yer Değişikliği-İl İçi Kamu) Ek Tercih ve Yerleştirme İşlemleri için başvuru alınmaya başlanmıştır. Süreci takip etmek için tıklayınız.

3 Aralık Dünya Engelliler Günü
Engellilik, bireyin bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli ölçülerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal hayata uyum sağlayamaması ve günlük gereksinimlerini karşılayamamasıdır. Dünya nüfusunun %15'i, Türkiye nüfusunun ise %12'sinin engelli olduğu bilinmektedir.
Birleşmiş Milletler (BM) 1992 yılında aldığı bir kararla, her yılın 3 Aralık gününü “Uluslararası Engelliler Günü” olarak ilan etmiştir. Bu kararın ardından BM İnsan Hakları Komisyonu 5 Mart 1993 tarihli ve 29 sayılı bildirisi ile üye ülkeler tarafından 3 Aralık gününün engellilerin topluma kazandırılması, insan haklarının tam ve eşit ölçüde sağlanması amacıyla tanınmasını istemiştir. Engelli bireylerin sağlık, rehabilitasyon, çevre, eğitim ve istihdam alanlarında karşılaştıkları sorunlara dikkat çekmek amacıyla her yıl 3 Aralık günü ''Dünya Engelliler Günü' olarak ele alınmaktadır.
Engellilik doğuştan olabildiği gibi; sonradan geçirilen hastalık, trafik kazası, savaş ve afetler sonucu da ortaya çıkabilir. Birleşmiş Milletler tarafından dünyada 500 milyon kadar engelli insan bulunduğu, Dünya Sağlık Örgütünce de dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birinin hayatlarında bir çeşit engelle doğrudan ya da dolaylı olarak karşı karşıya olduğu belirtilmektedir.
Farklı nedenlere bağlı olarak oluşan engellilik temel olarak beş başlıkta ele alınır:
- Zihinsel engellilik
- Görme engellilik
- İşitme ve konuşma engellilik
- Ortopedik engellilik
- Süreğen engellilik.
Engellilerin de toplumdaki tüm bireylerin yararlandığı imkanlardan yararlanmaları ve daha iyi sağlık düzeyine sahip olabilmeleri için kaliteli sağlık hizmetlerinden, tedavi yöntemlerinden ve sağlık teknolojilerinden eşit bir şekilde faydalanmaları gerekmektedir. Bunun gerçekleşebilmesi için düzenlemeler yapılırken engelli bireylerin de gereksinimleri göz önünde bulundurulmalıdır. Engelli bireylerin ve bütün toplumun faydalanması adına; engelleri ortadan kaldıracak koşulları oluşturmak, rehabilitasyon ve destek hizmetlerini geliştirmek, yeterli sosyal koruma sağlayacak kapsayıcı programlar oluşturmak gerekmektedir.
Sağlık hizmetleri planlanırken ve sunulurken, farklı engellilik nedenleri göz önünde bulundurulmalı ve engelli bireylerle ilgili bütün gelişmeler dikkate alınarak, yeni politikalar ve stratejilerin geliştirilmesine öncelik verilmelidir.
Bütün sağlık çalışanlarının, engelliliğin sadece tıbbi yönüne değil, sosyal ve insani tarafına da önem vererek, bu yönde farkındalığın artırılması çalışmaları yapılmalıdır.
Sağlık hizmetlerinde insan odaklı yaklaşımı esas alarak hakkaniyeti gözetmek, ihtiyaçlara ve beklentilere cevap verebilmek önemlidir. Toplumun sağlık düzeyini yükseltmek ve geliştirmek için engelli bireylerin sağlık hizmetlerine kolay, etkin ve kaliteli erişebilirliği yolundaki çalışmalara devam edilmektedir.

2 Aralık 2013 Pazartesi
18-24 Kasım 2013 Ağız Diş Sağlığı Haftası ve 22 Kasım Diş Hekimliği Günü
Neden 22 Kasım?
Ülkemizin ilk dişçilik yüksekokulu olan “Dişçi Mekteb-i Aliyesi” Tıp Fakültesi bünyesinde 22 Kasım 1908 tarihinde kurulmuştur.1996 yılından bu yana her yıl 22 Kasım günü “Dişhekimliği Günü”, 22 Kasım’ı içine alan hafta ise “Ağız Diş Sağlığı Haftası” olarak kutlanmaktadır.
"Ağız ve Diş Sağlığı" neden önemlidir?
Sağlık “fiziksel, ruhsal ve sosyal olarak tam iyilik hali” olarak tanımlanmakta, sağlıklı olma durumu ise ancak vücuttaki tüm organ ve dokuların sağlıklı olması ile mümkün olur. Ağız ve diş sağlığı da genel sağlığın, dolayısıyla yaşamsal fonksiyonların ve yaşam kalitesinin vazgeçilmez bir unsurudur.
Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ); diş ve dişeti rahatsızlıklarını yaygınlığı ve tekrarlama oranları nedeni ile insanların karşılaştığı en büyük sağlık sorunlarından biri olarak tanımlamaktadır. “Ağız hastalıklarının” birçok ülkede yüksek oranda görülmesi ve bu hastalıkların “Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar” ile ortak risk faktörlerine sahip olmaları DSÖ’nün ağız diş sağlığının korunmasına yönelik programlara birinci derecede öncelik vermesine yol açmıştır.
Ağzımız vücudumuzun giriş kapısıdır.Özellikle sindirim sisteminin düzgün çalışması besinlerin sindirime hazır hale getirildikten sonra yutulması ile mümkündür. Dişlerin eksikliğinde çiğneme yeterince yapılamaz. Dişler ve çevre dokulardaki problemler konuşmayı güçleştirir ve estetik sorunlara yol açabilir.
Ağzımız aynı zamanda vücudumuzun aynasıdır.Pek çok hastalık dişetlerini, tükrüğün miktar ve kalitesini etkiler. Diş hekimi muayenesi sırasında görülen ağız bulguları ve testler sonrasında ilk kez diyabet olduğu fark edilen ve dahiliye kliniğine yönlendirilen diyabet hastası sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Genel sağlıkla ağız diş sağlığı birbirini etkiler. Bazı durumlarda da mevcut hastalık ağız diş sağlığını bozabilir. Yapılan araştırmalar kötü ağız hijyeninin, bireylerde kardiyovasküler sorunlar, osteoporoz, üst solunum yolları enfeksiyonları, diyabet ve endokardit riskini, gebelerde ise düşük doğum ağırlığı ve erken doğum riskini arttırdığını göstermiştir
Ağız ve diş sağlığını bozan faktörler nelerdir?
En sık görülen ağız ve diş sağlığı sorunları diş çürükleri ve dişeti hastalıklarıdır. Hastalıkların oluşması sürecinde dişlerin yapısı, dizilimleri, tükrüğün yapısı ve akış hızı, beslenme tarzı ve ağız bakım alışkanlıkları gibi kişiye ait özellikler rol oynar.
Bakteri plağı çürük oluşmasına neden olur. Diş çürüğü ve dişeti hastalıklarının en önemli nedeni bakteri plağıdır. Ağız ortamında bulunan bakteriler besin artıklarını ve salgıları kullanarak bakteri plağını oluştururlar. Dişe yapışık ince bir tabaka olan ve gözle görülmeyen plak tabakası dişten uzaklaştırılmadığı takdirde şeker ve ağızda parçalanarak şekere dönüşen nişastalı besinleri kullanarak asit üretir, sonuçta diş minesi etkilenir ve çürük oluşur. Nişastalı, karbonhidrat içeren besinler, asitli içecekler, şekerli gıdalar ve yapışkan besinler çürük için riskli besinlerdir.
Bakteri plağı dişetlerinin iltihaplanmasına neden olur.Dişetleri kanamalı ve şiş hale gelir. Bakterilerin yan ürünleri diş ve dişeti bağlantısını bozar, sonuçta dişeti, dişten ayrılır, diş ve dişeti arasında temizlenemeyen cep adı verilen boşluklar oluşur. İlerleyen süreçte cep derinleşir, dişin içinde bulunduğu kemik yuva da etkilenir, dişler sallanır ve dökülür. Plak tükrükteki kalsiyum ve fosfat ile birleşerek diş taşı oluşumuna da neden olur, diş taşlarının temizlenmemesi destek dokuları (periodontal dokuları) etkiler. Bakteri plağı başlangıçta etkin bir ağız temizliği ile uzaklaştırılabilir. Ancak diştaşı mutlaka dişhekimi tarafından ortadan kaldırılmalıdır.
Ağız ve diş sağlığının korunması için neler yapılmalıdır?
Diş çürüğü ve dişeti hastalıklarının temel nedeni kötü ağız hijyenidir. Bu hastalıklar diş ve çevre dokuların doğru bir yöntemle ve düzenli olarak fırçalanması, doğru diş ipi kullanımı, sağlıklı beslenmenin düzenlenmesi, düzenli diş hekimi kontrollerinin aksatılmaması ile önlenebilir.Diş minesinin güçlenmesi amacıyla dişlerin florlanması veya diş hekiminin önereceği diğer koruyucu uygulamalar ihmal edilmemelidir.
Beslenmenin düzenlenmesi son derece önemlidir. Özellikle büyüme ve gelişme çağında kalsiyum, fosfor ve flor içeren besinlerin tüketilmesi gereklidir. Ağız ve diş sağlığı için A, D ve C vitamininden zengin besinler de tüketilmeli, et, süt, süt ürünleri yeşil yapraklı sebzeler, yumurta, balık, sarı sebze ve meyveler, narenciye, domates, çilek gibi gıdaların yeterince tüketilmesine özen gösterilmelidir. Nişastalı ve şekerli gıdaların tükrük akışının daha çok olduğu yemek sırasında tüketilmesi daha uygundur. Yemek aralarında dişlere zararlı ürünler değil, elma, havuç, yer fıstığı gibi mekanik temizliğe yardımcı olan ve tükrük akışını arttıran gıdalar tüketilmelidir.
Ağız ve dişlerin etkin olarak temizlenmesinde dişlerin tüm yüzeylerinin temizlenmesi, dişetine masaj yapılarak kan dolaşımının sağlanması esastır. Dişlerin dudak ve yanağa bakan yüzeyleri, dile bakan yüzeyleri dişetinden dişe doğru dairesel hareketlerle, çiğneyici yüzeyleri ise ileri geri hareketlerle fırçalanmalıdır. Dişler her yemekten sonra, günde an az 2 kez fırçalanmalı, uçları yuvarlatılmış, yumuşak kıllı bir fırça tercih edilmeli, diş macunu miktarı nohut boyutunda olmalıdır. Diş macununda bulunan ve dişlerin korunmasında etkisi olan florun etkili olabilmesi için fırça su ile ıslatılmamalı, fırçalama işlemi 2 dakika sürmelidir. Dişlerin birbirlerine komşu olan ara yüzleri ancak diş ipi ile etkin olarak temizlenebilir. Dilin fırçalanması da ihmal edilmemelidir. Ara öğünlerde ya da fırçalama olanağı olmadığı zamanlarda ağzı çalkalamak veya su içmek yararlı olacaktır.
Düzenli diş hekimi kontrolleri aksatılmamalıdır. Ağız ve dişlerin zaman zaman kişinin kendisi tarafından aynaya bakarak kontrolü yapılmalı, 6 ayda bir düzenli olarak diş hekimi kontrolüne gidilmeli, tedavi gerektiren ağız ve diş sağlığı sorunları diş hekiminin belirlediği tedavi programına uyularak çözümlenmelidir. Kişinin farkında olmadığı basit bir diş sorunu ilerde tedavi sürecini zorlaştıracak kadar problemli bir hale gelebilir.
Flor uygulamaları diş minesinin güçlenmesi, ağızdaki asit ortamın nötralize edilerek bakteri plağının etkisinin azaltılması amacıyla kullanılır. Flor; diş macunu, flor gargarası, flor jeli, flor verniği gibi formlarda uygulanır.
Hamilelik süreci ve ağız diş sağlığı
Hamilelerin ve henüz doğmamış bebeklerinin hem genel sağlıklarının hem de ağız diş sağlıklarının korunması için anne adayları ağız diş sağlığını önemsemeli, sağlıklı beslenme programı oluşturmalı, her zamankinden daha özenle ağız diş bakımı sağlamalı, koruyucu uygulamalar hakkında diş hekimi desteği almalıdır. Hamilelikte hormonal dengenin değişmesinin ağızda da bir dizi değişikliğe neden olabileceği unutulmamalıdr.“Her hamileliğin bir diş kaybına neden olduğu” şeklindeki yanlış inanıştan da vazgeçilmelidir.
Bebeklikten çocukluğa ağız diş sağlığı
Biberon ile uzun süre ve tatlandırılmış sıvılar verilmesi, emziklerin bal, pekmez, reçel gibi maddelere batırılarak verilmesi, bebeğin bütün dişlerini etkileyen ve çok hızlı ilerleyen çürüklerin oluşmasına sebep olur. Biberon çürüğü dediğimiz bu çürük tipi ağrı ve iltihaplanmalara, süt dişlerinin erken kaybına ve beslenmenin olumsuz yönde etkilenmesine neden olabilir. Bebeklerin ağızlarında biberon varken uyutulmaları da doğru değildir.
6. ayda çıkmaya başlayıp, 2.5 yaş civarında tamamlanan süt dişleri gelecekteki daimi diş dizisinin garantisidir. Süt dişleri ağızda göründükleri andan itibaren beslenme sonrasında temizlenmeli, 1 yaşından itibaren diş hekimi kontrolüne başlanmalıdır. Çürük olması durumunda zaman geçirmeden tedavi edilmelidir.
Sonuç olarak
Ağız diş sağlığının korunması ve geliştirilmesi sürecinde çocuklarımızın eğitimi, diş fırçalama alışkanlığı kazanmaları son derece önemlidir. Anne ve babalar kendi dişlerini fırçalarken çocuklarına da örnek olacaklardır. Evde anne ve babanın rol model olması, okulda öğretmenin diş fırçalamayı ya da doğru beslenmeyi özendirmesi çocukların ağız ve diş sağlığı açısından doğru tutum ve davranış edinmelerine yardımcı olacaktır.
Bu nedenle;
Doğru ve düzenli ağız bakımını alışkanlık haline getirelim,
Beslenmemizi düzenlerken çürük oluşturmayan besinleri seçelim,
Ne yediğimiz kadar ne zaman yediğimizin de önemli olduğunu unutmayalım.
Sert, kabuklu gıdaları dişlerimizle kırmayalım.
Diş hekimi kontrollerini aksatmayalım.
Diş hekimimizin önerdiği koruyucu flor uygulamalarını ihmal etmeyelim.
“Dişlerimize gözümüz gibi bakmamız” gerektiğini hatırlatıyor ve halkımızın “Ağız Diş Sağlığı Haftası”nı, diş hekimlerimizin “Dişhekimliği Günü”nü kutluyoruz.
11 Ekim 2013 Cuma
11 Ekim Dünya Görme Günü
Duyu organlarımız arasında en önemli yere sahip olan göz, görmeyi sağlayan bir organdır. Görme duyusunun oluşumunda göz aracıdır, cisimlerden gelen ışığı algılayarak beyne iletir. Böylece cisimlerin uzaklığı, şekli, rengi, büyüklüğü algılanır. Göz, görme işinde doğrudan görev alan kısımlar ve bunları koruyan yapılardan meydana gelmiştir. Bu yapılarda oluşan bozukluklar nedeniyle konjonktivit, kuru göz, glokom (göz tansiyonu) gibi göz problemleri ve bazı görme bozuklukları ortaya çıkar.
- Miyop: Gözlerin, uzaktaki cisimleri net olarak göremediği bir durumdur.
- Hipermetrop: Gözlerin, yakında bulunan cisimleri net göremediği bir durumdur.
- Astigmatizm: Görüntü uzakta da , yakında da net değildir ve kişi cisimleri gölgeli görür.
- Presbiyopi: Yaşla birlikte ortaya çıkan yakındaki cisimleri görme güçlüğüdür.
- Katarakt: Gözün kendi merceğinde gelişen şeffaflık kaybıdır. Sisli ve bulanık görmeye sebep olur.
- Renk Körlüğü: Renkleri ayırt etme yeteneğinin bozukluğudur. En fazla görülen tipi, kırmızı ile yeşilin ayırt edilememesidir.
- Televizyon ve bilgisayar ekranına uzun süre yakından bakılmamalıdır.
- Uzun süre bilgisayar kullanımlarında gözler sık sık dinlendirilmelidir.
- Görme yeteneğini güçlendiren A vitamini içeren besinler ( havuç, yumurta, yeşil sebzeler ) bol miktarda tüketilmelidir.
- Göz hijyenine özen gösterilmelidir.
- Kitap okurken göz ile kitap arasında en az 30 cm mesafe olmasına dikkat edilmelidir.
- Çok az ya da çok fazla ışıkta okuma yazma yapılmamalıdır.
- Başkalarına ait gözlükler kullanılmamalıdır.
- Çocuklarda gözde herhangi bir kayma ve görme bozukluğu şüphesi varsa en kısa sürede göz kontrolü yaptırılmalıdır.
- İlerleyen yaşla birlikte göz ve görme sağlığında herhangi bir problem yaşanmaması için hayat boyu düzenli aralıklarla göz muayenesi yaptırılmalıdır.
Göz ve Görme Sağlığına dikkat çekmek, farkındalık oluşturmak amacıyla her yıl
11 Ekim Dünya Görme Günü olarak kabul edilmiştir.
11 Ekim Dünya Görme Günü olarak kabul edilmiştir.
9 Ekim 2013 Çarşamba
10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü
Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu” tarafından belirlenen “10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü”, ruh sağlığı konusunda toplumun bilinçlendirilmesi ve bu alanda yaşanan sorunlara kamuoyunun dikkatinin çekilmesini amaçlar.
İnsan, ruhsal ve bedensel varlığı ile bir bütündür. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sağlığı, “ruhsal, bedensel ve sosyal olarak tam bir iyilik hali” olarak tanımlamaktadır.
Ruh sağlığı, hayat kalitesinin temelidir. Ruh sağlığının korunması hem bireylerin yaşam kalitesini arttırır hem de sosyal bütünleşmeyi ve toplumda üretkenliği sağlar.
Yapılan çeşitli araştırmalar ruhsal bozuklukların görülme sıklığının oldukça yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Avrupa kıtasında her dört kişiden birinin hayatlarının bir döneminde ruh sağlığı sorunu yaşadığı saptanmıştır.
Ruhsal hastalıklar bireylerin yaşamında oluşturdukları olumsuz etkiler yanında, ağır sosyal- ekonomik yükler de getirir. DSÖ tarafından yapılan bir çalışmada “yeti yitimi”ne neden olan on hastalıktan beşinin ruhsal bozukluklar (Depresyon, Şizofreni, Manik-Depresif Bozukluk, Alkol Kötüye Kullanımı, Obsesif-Kompulsif Bozukluk) olduğu bildirilmiştir. Ülkemizde yapılan bir çalışmada ise 7 günden fazla iş gücü kaybına yol açma bakımından ruhsal hastalıkların bedensel hastalıklara göre daha yüksek bir oran gösterdiği saptanmıştır.
Aile Hekimliği 30. Ek Tercih ve Yerleştirme İşlemleri

2 Ekim 2013 Çarşamba
01 Ekim Dünya Yaşlılar Günü
Yaşlılık, zamanın geçişine bağlı olarak hastalık söz konusu olmaksızın ortaya çıkan anatomik yapı ve fizyolojik işlev değişiklikleri olarak tanımlanmaktadır. İnsan vücudunun yapı ve fonksiyonlarında meydana gelen değişikliklere biyolojik yaşlılık, buna bağlı olarak organlarda meydana gelen değişiklere fizyolojik yaşlılık, kişinin kendini yaşlı hissetmesine bağlı olarak yaşam görüşü ve yaşam şeklinin değişmesine duygusal yaşlılık, aynı yaşta olan bireylerle karşılaştırıldığında toplum içinde fonksiyonların devam ettirilmesine ise fonksiyonel yaşlılık denir.
Dünya Sağlık Örgütü yaşlılığı; “Çevresel faktörlere uyum sağlayabilme yeteneğinin azalması” olarak tanımlamış ve
45-59 yaş arası orta yaş,
60-74 yaş arası yaşlılık,
75-89 yaş arası ileri yaşlılık,
90 ve üstü ise ihtiyarlık şeklinde kategorize etmiştir.
Yaşlılık, yaşamın diğer evreleri gibi doğal, kaçınılmaz ve tüm insanlar için geçerli olan bir durumdur.Bireyin kalıtımla getirdiği özelliklere, beslenmesine, çevre koşullarına ve kültürel çabalarına göre erken ya da geç, sorunlu ya da az sorunlu olur.
Tecrübe ve bilgelik gibi yaşlılığın olumlu yönleri gözardı edilerek sürekli yaşlılık ile ilgili olumsuzluklara abartılı vurgu yapılmamalıdır. Aktif ve sağlıklı yaşlılık süreci geçiren dünya üzerinde çok sayıda birey olduğu bilinmelidir. Ünlü düşünür Marcus Tullius Cicero “İnsan yaşlılığında da başarılara imza atabilir” demekte ve üretkenliğin sürdürülmesinin önemini vurgulamaktadır.
Yaşlanmanın üretkenliği ne oranda etkilediği ise çoğu zaman tartışma konusu olmakla birlikte pek çok sanat, felsefe ve bilim yapıtı 60 yaşın üzerindeki kişilerce üretilmiştir. Mimar Sinan'ın Süleymaniye Camii'ni 70 yaşında, Selimiye Camii'ni ise 80 yaşında tamamlamış olması, Pasteur'ün Kuduz Aşısını 60 yaşında bulması, Nobel ödülü alan Alman Doktor Albert Schweıtzer'in 88 yaşında halen ameliyat yapıyor olması bu duruma örnek gösterilebilir.
Dün ile bugün arasında köprü kuran, değerlerimizi gelecek nesillere taşıyan yaşlılarımızın kimseye muhtaç olmadan yaşamalarını ve itibar görmelerini sağlamak toplumumuzun en önemli görevlerinden biridir. Unutulmamalıdır ki bir gün herkes yaşlanacaktır.
1 Ekim Dünya Çocuk Günü
ÇOCUK HAKLARI
Çocuklar hukukun öncelikli ve en baş konusudur. Çocukların özel olarak korunması hukuksal alanda anayasanın buyruğudur. Çünkü çocuklar bedensel, zihinsel yönden en güçsüz, en bağımlı kesimdir.
Dünya üzerinde birçok çocuk ya savaş ortasında ya da açlık sınırında yaşamını sürdürmektedir. Bu koşulları ortadan kaldırmak ve onlara daha iyi bir yaşam sağlamak amacıyla hazırlanan Çocuk Hakları Sözleşmesi, 191 ülke tarafından kabul edilmiştir.
Türkiye'nin de 1990 yılında imzaladığı bu sözleşme toplam 54 maddeden oluşmaktadır.
Taraf ülkeler bu sözleşmeyi hazırlarken çocuğun kişiliğinin tam ve uyumlu olarak gelişebilmesi için mutluluk, sevgi ve anlayış havasının içindeki bir aile ortamında yetişmesinin gerekliliğini kabul etmişlerdir. Ayrıca çocuğun toplumda bireysel bir yaşantı sürdürebilmesi için her yönüyle hazırlanmasının ve özellikle barış, değerbilirlik, hoşgörü, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ruhuyla yetiştirilmesinin gerekliliğini savunmuşlardır.
ÇOCUK HAKLARI NEDEN ÖNEMLİDİR?
Öncelikle çocuk bir insandır ve insan olarak o da sevgiye ve küçük olduğu için daha fazla şefkate ihtiyacı vardır. Çocuk toplumun bir parçası ve gelecekteki toplumun güvencesidir.
Bu bakımdan çocuk haklarının özgürlük içinde ve dengeli bir şekilde korunması hem çocuğun hem de toplumun yararınadır. Toplumlar çağdaşlaşmak istiyorlarsa çocukların gelişimine önem vermek zorundadırlar.
Kişi nasıl bir çocukluk geçirirse ileride de öyle bir birey olur. Ancak, özgürlük içinde yetişen çocuk, ileride bunu yeni kuşaklara yayar.
Çocuk haklarını kökleştirmek bir toplumun geleceği için yapılan en önemli yatırımdır.
“Eğer bir toplumda çocuklar ihmal ediliyorsa o toplum geri kalmış bir kültürdür. Ancak çocukların gelişimine önem veriliyorsa o toplumun kültürü gelişmiş bir kültürdür.”
John Dewey
John Dewey
ÇOCUKLAR!!! HAKLARINIZI BİLİYOR MUSUNUZ?
İşte haklarınızdan bazıları:
- Bütün çocuklar eşit haklara sahiptir. Hiçbir çocuk ayrıma tabi tutulamaz.
- Çocuklar sağlıklı yaşama, duygusal yakınlık ve güvenlik içinde olma ve hiçbir yoksulluk çekmeme hakkına sahiptir.
- Çocuklar ihtiyaçlarına, ilgilerine ve yeteneklerine uygun bir eğitim görme hakkına sahiptir.
- Çocuklar oyun, dinlenme, eğlenme, boş zamanlarını değerlendirme ve sanatsal etkinliklere katılma hakkına sahiptir.
- Çocuklar kendilerini ilgilendiren bütün konu ve sorunlarda düşüncelerini söyleme, karara katılma hakkına sahiptir.
- Çocuklar şiddet, sömürü ve istismardan korunma hakkına sahiptir.
- Çocuklar ihtiyaç duydukları bütün bilgileri edinme ve düşüncelerini yayma hakkına sahiptir. Aynı zamanda zararlı yayınlara karşı korunma hakkına sahiptir.
- Çocuklar özel yaşam, onur ve saygınlıklarının korunması hakkına sahiptir.
- Engelli çocuklar yaşama aktif olarak katılmak için özel bakım, destek ve eğitim alma hakkına sahiptir.
- Çocuklar savaşta ve sığınmacı durumlarda özel olarak korunma hakkına sahiptir.
1-7 Ekim Emzirme Haftası
Çocukların sağlığının korunması ve geliştirilmesi için yürütülen çalışmalar daha bebekler dünyaya gelmeden başlar ve doğumla birlikte artarak devam eder. Doğumu izleyen ilk 18 aylık dönemde bebeğin beslenme tarzı çocuğun daha sonraki fiziksel, zihinsel ve sosyal gelişimi açısından çok büyük önem taşır. Bir bebeğin sağlıklı büyümesi ve gelişmesi için ideal beslenme yöntemi emzirmedir. Büyüme ve gelişmenin çok hızlı olduğu yaşamın bu ilk birkaç yılında emzirmenin sürdürülmesi, çocuğun sadece o andaki değil daha sonraki yıllarda da fiziksel ve ruhsal sağlığını olumlu etkilemektedir. Ülkemizde çocuklarda ölüm nedenleri arasında beslenme yetersizlikleri, tek başına veya enfeksiyonlarla birlikte ilk sıralarda yer almaktadır.
Bu nedenle bebek ve çocukların beslenmelerinin doğdukları andan itibaren düzenlenmesi gerekmektedir. Bebeklerin yaşamlarının ilk 6 ayında tek başına anne sütü ile beslenmelerinin önemi büyüktür. Anne sütü bebekler için gerekli tüm besinleri içerir, kolay hazmedilir ve bebekleri hastalıklardan korur. Aynı zamanda da steril ve ekonomiktir. Ayrıca yapılan araştırmalar göstermiştir ki; anne sütü ile beslenen bebekler ileri yaşlarda zeka testlerinde daha başarılı olmaktadırlar. Emzirmenin korunması, özendirilmesi ve desteklenmesine yönelik olarak Sağlık Bakanlığınca 1991 yılından bu yana Anne Sütünün Teşviki ve Bebek Dostu Sağlık Kuruluşları Programı yürütülmektedir. Bakanlığımızca yapılan değerlendirmeler sonucunda belirli standartlara uygun olan hastaneler Bebek Dostu Hastane olarak uluslararası platformda ödüllendirilmektedir. İlimizdeki doğumların % 95 ‘i bu ödülü almış olan Bebek Dostu Hastanelerde gerçekleşmekte olup yapılan yoğun çalışmalar sonucunda Bebek Dostu Hastane sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Yürütülen programın temel hedefi her bebeğin ilk 6 ay boyunca sadece anne sütü ile beslenmesinin sağlanması ve 6. aydan sonra uygun tamamlayıcı besinlerle beraber emzirmenin 2 yaşına kadar sürdürülmesidir. Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen başarılı çalışmalar neticesinde ülkemizde anne sütü ile beslenen bebek oranında çok ciddi artış sağlanmıştır. Bebek ölümlerinin önlenmesinde emzirmenin katkısı çok büyüktür. Emzirme yalnız başına tüm çocukların ölüm oranında yaptığı azalma % 13’ ken, ek beslenmede % 6 kadardır. Ülkemizde ilk 6 ay anne sütü ile beslenen bebek oranı % 41.6’ dır.
Bu nedenle bebek ve çocukların beslenmelerinin doğdukları andan itibaren düzenlenmesi gerekmektedir. Bebeklerin yaşamlarının ilk 6 ayında tek başına anne sütü ile beslenmelerinin önemi büyüktür. Anne sütü bebekler için gerekli tüm besinleri içerir, kolay hazmedilir ve bebekleri hastalıklardan korur. Aynı zamanda da steril ve ekonomiktir. Ayrıca yapılan araştırmalar göstermiştir ki; anne sütü ile beslenen bebekler ileri yaşlarda zeka testlerinde daha başarılı olmaktadırlar. Emzirmenin korunması, özendirilmesi ve desteklenmesine yönelik olarak Sağlık Bakanlığınca 1991 yılından bu yana Anne Sütünün Teşviki ve Bebek Dostu Sağlık Kuruluşları Programı yürütülmektedir. Bakanlığımızca yapılan değerlendirmeler sonucunda belirli standartlara uygun olan hastaneler Bebek Dostu Hastane olarak uluslararası platformda ödüllendirilmektedir. İlimizdeki doğumların % 95 ‘i bu ödülü almış olan Bebek Dostu Hastanelerde gerçekleşmekte olup yapılan yoğun çalışmalar sonucunda Bebek Dostu Hastane sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Yürütülen programın temel hedefi her bebeğin ilk 6 ay boyunca sadece anne sütü ile beslenmesinin sağlanması ve 6. aydan sonra uygun tamamlayıcı besinlerle beraber emzirmenin 2 yaşına kadar sürdürülmesidir. Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen başarılı çalışmalar neticesinde ülkemizde anne sütü ile beslenen bebek oranında çok ciddi artış sağlanmıştır. Bebek ölümlerinin önlenmesinde emzirmenin katkısı çok büyüktür. Emzirme yalnız başına tüm çocukların ölüm oranında yaptığı azalma % 13’ ken, ek beslenmede % 6 kadardır. Ülkemizde ilk 6 ay anne sütü ile beslenen bebek oranı % 41.6’ dır.
Emzirme Haftası olarak kutlanmakta olan 1-7 Ekim 2013 tarihleri arasında tüm sağlık kuruluşlarında anne sütü ve emzirme ile ilgili çalışmalar ve halk eğitimleri yoğun olarak devam edecektir. Amacımız ; geleceğimiz olan çocuklarımızın, kendileri için en ideal besin olan anne sütü ile beslenmelerini sağlayarak sağlıklı nesiller yetişmesine katkıda bulunmaktır.
8 Eylül 2013 Pazar
Aile Hekimliği 29. Ek Tercih ve Yerleştirme İşlemleri

31 Mayıs 2013 Cuma
Aile Hekimliği 25. Ek Tercih Ve Yerleştirme İşlemleri

31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü
31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü, Dünya Sağlık Örgütü'ne (DSÖ) üye ülkelerce, 1987 yılından bu yana, tüm dünyada kutlanan bir gündür.
Küresel Yetişkin Tütün Araştırması 2012 Türkiye Raporu'nun sonuçlarının tüm dünyayla paylaşılacağı 31 Mayıs 2013 tarihinde, Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Margaret Chan, Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi (CDC) ve Uluslararası alanda faaliyet gösteren Sivil Toplum Kuruluşlarına bağlı üst düzey yetkililerin katılımı ve Sayın Başbakanımız Recep Tayyip ERDOGAN' ın teşrifleriyle “31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü ve Küresel Yetişkin Tütün Araştırması Tanıtım Toplantısı” düzenlenecektir.
Toplantı, İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'nda, Yeşilay ve Bakanlığımız işbirliği ile yapılacak olup program saat 09:30’da başlayacaktır.
Dünya Sağlık Örgütü, Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi kapsamında, dünya ülkelerine tütün kullanımının ve tütün kontrolü konusundaki uygulamalarının etkili şekilde izlenmesi ve değerlendirilmesi için Küresel Yetişkin Tütün Araştırmasını (KYTA) periyodik aralıklarla yapmalarını önermektedir.
Bu araştırmayla 15 ve üzeri yaş grubunda ülkeyi temsil eder bir örnekte, uygun ve standart bir protokol ile bilgi toplanarak tütün ve tütün ürünlerinin kullanımı, sigara dumanına maruz kalma durumu, tütün kullanımını bırakma eğilimi, kişilerin medya ve sağlık uyarıları konusundaki tutum ve algıları ile ilgili bilgiler elde edilmektedir.
Araştırmanın ilki 2008 yılında Sağlık Bakanlığı, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi (CDC) ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) işbirliği ile gerçekleştirilmiştir. Bu çalışma, dünyada 14 ülkede eş zamanlı olarak yapılmıştır. Türkiye Küresel Yetişkin Tütün Araştırmasını ilk tamamlayan ülkelerden biri olmuştur. Küresel Yetişkin Tütün Araştırması, aynı kurumların işbirliğiyle 2012 yılında tekrarlanmıştır. 2012 yılında yapılan araştırmanın ön raporu Türkiye İstatistik Kurumu tarafından 31 Ağustos 2012 tarihinde açıklanmıştır. 2008 ve 2012 yıllarının sonuçları karşılaştırıldığında, tütün ve tütün mamulü kullananların oranı; 15 yaş üzeri nüfusta %31.2’den %27.1’e, erkeklerde %47.9’dan %41.5’e, kadınlarda ise %15.2'den %13.1’e düşmüştür.
Ülkemizin gösterdiği bu başarı Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi (CDC) ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından, dünya ile paylaşılmak istenmektedir.
Bu kapsamda;
31 Mayıs Dünya Tütünsüz Günü'nde İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü olarak, İBB Sağlık ve Hıfzıssıhha Müdürlüğü ile işbirliği içinde, 15 ilçede bulunan 13 Alışveriş Merkezi, 7 Metro İstasyonu ve 2 Büyükşehir Belediyesi noktasında 22 stand kurulacak olup, bu standlarda 44 sağlık personeliyle hizmet verilecektir.
Stantlarda, CO ölçümü, fageström bağımlılık testi ile birlikte vatandaşlarımıza tütün ürünlerinin zararları konusunda farkındalık arttırmaya yönelik bilgilendirme ve yönlendirme yapılacaktır,
Kamu kurum ve kuruluşlarına posterler, vatandaşlara el ilanları ve broşür ile bilgilendirme yapılacaktır.
Lösemili Çocuklar Haftası ( 30 Mayıs-5 Haziran )
LÖSEMİ NEDİR?
Lösemi bir kan hastalığıdır halk arasında kan kanseri olarak bilinir. Çocukluk çağındaki kanser vakalarının %35'ini lösemiler oluşturur ve birinci sırada yer alır. En çok 2-5 yaşlarındaki çocuklarda görülür. Bu dönem çocuklarda lenf dokusunun en yoğun olduğu dönemdir. Çocuklarda görülen lösemiler hücre cinsine göre; ALL (Akut Lenfoblastik Lösemi) ve AML (Akut Myeloblastik Lösemi) olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Kendi içlerinde de alt sınıflar tanımlanabilir. Türkiye'de her yıl 16 yaşın altında 1200-1500 yeni lösemili çocuk vakası bildirilmektedir.
Lösemi nedenleri henüz tam olarak aydınlatılamamıştır. Sitogenetik ve moleküler tekniklerdeki yeni gelişmelerle; genetik yatkınlıklar, radyasyon, hamilelik esnasında sigara içmek, alkol ve uyuşturucu kullanmak, hamileliğin ilk 3 ayında röntgen çektirmek, benzen ve türevleri, (bali, vs.) böcek ilaçları gibi kimyasal maddeler, bazı kalıtsal hastalıklar ve bazı viral hastalıkların hep birlikte lösemiye neden olabilecekleri çalışmalarla gösterilmiştir.
Herhangi bir etkiyle kanın esas yapım yeri olan kemik iliğimizdeki ana hücrelerde oluşan şifre değişikliği ile blast adını verdiğimiz olgun olmayan kan hücrelerinde artış meydana gelmektedir. Bu hücreler hızla yayılarak kemik iliğini, lenf bezlerini, dalağı, karaciğeri, beyin ve merkezi sinir sistemini tutmaktadır.
BELİRTİLERİ:
Çocuklarda lösemi hastalığının belirtileri:
Ateş
Halsizlik
İştahsızlık
Kilo kaybı
Nedensiz burun ve cilt altı kanamaları
Kansızlık
Lenf bezlerinde büyüme
Karaciğer-dalak büyümesi
Ayrıca yayıldığı organlara ait belirtiler olarak baş ağrısı, kusma, karın ağrısı, görme bozuklukları görülebilir. Bu belirtilerle müracaat edilen çocuk hematoloji (kan hastalıkları) uzmanlarınca yapılan muayenede çoğunlukla karaciğer ve dalak büyümesi, lenf bezlerinde genişleme, kanama bulguları tespit edilebilir.
TEDAVİSİ:
Tedavi öncelikle genel durumun düzeltilmesi yöntemleri ile başlar. Lösemi hastalığının tedavisindeki temel prensip kemik iliğindeki ana kan hücrelerinde oluşan "blast" adı verilen hücrelerin çoğalmasını durdurmak ve sonrasında normal kan elemanlarının yapılmasını sağlamaktır. Lösemi, son derece uzun, zor ve pahalı bir tedavi gerektirmektedir. Lösemi tanısı alan vakalara belirli aralıklarla verilen çok sayıda ilaç ve kemoterapi tedavisiyle 2.5 yıl kadar süren bir tedavi uygulanır. Bu tedavi sonucunda % 70-85 oranında tamamen iyileşme sağlanabilir. Yanlızca % 5 oranındaki vakalarda ve uygun durumlarda kemik iliği nakli yapılabilir. Türkiye'de kemoterapi ve kemik iliği nakli batı ülkeleri standartlarında, başarıyla yapılmaktadır.
Ayrıca tedavinin ikinci basamağı olarak hasta ve ailelerine hastalık hakkında bilgilendirme yapılarak sosyal ve psikolojik destek ile hastalarda %85'lere varan oranda iyileşmenin sağlandığı belirtilmektedir. Lösemili çocuklar etraflarındaki insanlardan, havadan mikrop almamak ve korunmak için maske takmaktadırlar. Lösemi bulaşıcı değildir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)